31 Ekim 2014 Cuma

Big Fish


Bu haftaki filmimizi, çok sevdiğim bir film olan "Big Fish" olarak belirledim. Bu filmi en az 4 kez izlemişimdir, izlemekten o kadar zevk aldığım bir film. Tim Burton'ın başyapıtlarından biri olarak kabul edebiliriz. Bu filmde de her zamanki gibi Tim Burton'ın eğlenceli hayal dünyasını karakterlere yansıtışını görüyoruz.

Filmin konusuna gelince;
Edward Bloom (filmdeki baba karakteri) oğlu Will'e doğduğundan beri hep aynı hikayeyi anlatmaktadır. Bu hikaye Will'in doğduğu gün babasının gölde hiç yakalanamayan büyük bir balığı kendi nişan yüzüğüyle yakaladığının fantastik bir öyküsüdür. Bu hikaye Will'e küçükken eğlenceli gelse de, Will büyüdüğünde ve yetişkin bir insan olduğunda hayatın gerçekliğinin aslında hiç de hikayedeki gibi olmadığını görür. Gerçek hayat Will'i içine çekmeye başladığında ve aslında hayatın hiç babasının anlattığı o eğlenceli hikaye gibi olmadığını keşfettiğinde, Will artık ciddi bir adama dönüşmüştür. Will, babasına onu bu hikaye ile büyüttüğü için bir süre sonra bu konuda öfke duymaya başlar.

Edward'ın aynı hikayeyi son kez Will'in düğün gününde anlatması, oğlu ile arasındaki ilişkiyi daha da zedeler ve kopma noktasına getirir. Will yaşadığı hayatın gerçekliğine o kadar bağlanmıştır ki, artık hiçbir şekilde hayatın güzel yanlarını ve mutluluk veren hikayeleri duymak istememektedir.
Will Paris'te gazetecilik yaparken, bir gün babasının ağır bir hastalık geçirdiğini öğrenir ve babasının son günlerinde yanında olabilmek için, eşi ile birlikte Amerika'ya döner.

Yatağında son günlerini yaşayan Edward hala hikayeleri konusunda ısrarcıdır. Will ise hayatında bir kez olsun babasından doğruları duymak ister. Ama Edward'ın bu inatlaşması Will'i bir sonuca ulaştırmayacaktır. Will'de bundan dolayı babasının anlattığı hikayeden yola çıkarak olayların gerçeklik kısımlarını araştırmaya karar verir. Uzun bir yolculuktan sonra, bir sonuca vardığında ise onu bir sürpriz beklemektedir.

Filmin içinde bulunan Edward'ın anlattığı hikayelere, filmin havasını bozmamak için fazla girmedim. O kısımların izleyiciler için sürpriz olmasını istiyorum.

Şimdi filmde beni etkileyen birkaç sahneye değineceğim.
İlgimi en çok çeken sahnelerden biri, Edward'ın hikayesini anlatırken bize izletilen Edward'ın gençliğinde gittiği kasaba sahneleriydi. Bu kasaba ormanın içinde kalmış, kimsenin bilmediği gizli bir kasaba. O kadar güzel ve yeşil bir yer ki kasabada herkes ayakkabısız dolaşıyor. Kasabanın bir de küçük sarışın tatlı bir kızı var. Bu küçük kız ile Edward'ın arasında geçen diyalog ise en sevdiğim replikler arasında yer alıyor.


Jenny: Kaç yaşındasın?
Ed Bloom: On sekiz.
Jenny: Ben 8 yaşındayım. 18 yaşına geldiğimde sen 28 olacaksın. 28 olduğumda, sen 38 olacaksın.
Ed Bloom: Matematiğin kuvvetli.
Jenny: 38 olduğumda da 48 olacaksın. Hiç de büyük bir fark değil.
Ed Bloom: Ama şu anda fark çok büyük, değil mi?




Bir de o muazzam, Edward'ın hayatının aşkını bulduğunda zamanın durması sahnesi vardır ki, herkesin bu sahnenin üzerine hayal kurası gelir diye düşünüyorum. O sahnelerde geçen repliklerden biri de şu şekildedir ve şüphesiz ki filmin en güzel repliklerindendir;

"Hayallerinin aşkıyla karşılaştığında zamanın durduğunu söylerler. Bu doğru; ama söylemedikleri bir şey var. Zaman tekrar akmaya başladığında aradaki farkı kapatmak için çok daha hızlı ilerler." (Edward Bloom)

İYİ SEYİRLER :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder