26 Aralık 2014 Cuma

The Avengers

Bu hafta sizlere, izlemeyi çok sevdiğim ve sıkılmadan defalarca izlediğim The Avengers filminden bahsedeceğim. Evet süper kahraman filmlerini biraz fazla seviyorum. :)

Bu film muhteşem Marvel dünyasının yenilmeyen kahramanlarının, dünyamızı kurtarmak için birleştikleri, içinde bir çok komik durum bulunduran sevimli mi sevimli bir çizgi-roman uyarlamasıdır.

Çizgi-roman fanatikleri ve Marvel'ın ayrı ayrı, karakterlerine çektiği filmleri izleyenler bilirler, (İron Man, Thor, Captain America...v.s.) filmler birçok komedi unsuru barındırmaktadır. İzlerken hem filmin heyecanına kapılır hem de çok gülersiniz. Bu filmi iki kat eğlenceli yapan şey ise tam 6 yenilmezi bir arada izleyebilmemiz. Yani bu filmde herkes (yenilmezlerden) en sevdiği  karakterini görebilme fırsatına sahip.



Gelelim filmin kısaca konusuna:
Beklenmedik bir düşman su yüzüne çıkıp dünyanın güvenliğini tehdit etmeye başlar. S.H.I.E.L.D. adıyla bilinen uluslararası barışı koruma teşkilatının yöneticisi olan Nick Fury, dünyayı böylesi bir felaketten kurtarmak için bir takıma ihtiyacı olduğunu anlar. Takıma adam seçmek için dünyanın dört bir yanını gezmeye başlar. Seçeceği insanların insanüstü güçleri olması, dünyayı bu tehlikeye sürükleyen yaratıklardan arındırmaya daha faydalı olacaktır. Ve Direktör Fury, takımı yine, süper güçlere sahip dünyadaki kahramanlardan oluşturacaktır. Demir Adam, Hulk, Thor, Kaptan Amerika, Hawkeye ve Black Widow bu sayede bir araya gelir.

Ve bir araya geldikten sonra neler olur? Bunun cevabını izlerken göreceksiniz... :)

İYİ SEYİRLER...

3 Aralık 2014 Çarşamba

Lucy


Bu haftaki filmimiz Lucy...


Biraz felsefik olan bu bilim-kurgu filmimiz, sıradan bir insan, beyninin tamamını kullanmayı başarsaydı ne olurdu sorusuna yanıt arıyor. Filmde çok da akıllı olmayan bir insanın tanrı boyutuna geçtiğine, zamanı kontrol edip tüm insanlık tarihine erişebildiğine tanık oluyoruz. Ben bu açıdan filmi oldukça başarılı buldum. Filmde baş karakterimiz olan Lucy'nin maruz kaldığı şiddet sonucu vücudunda bulunan uyuşturucu maddenin kanına karışması ile, adım adım beynin kullanım yüzdesinin artışındaki süreçleri izliyoruz. Aşırı dozda uyuşturucunun Lucy'nin kanına karışmasından sonraki bu süreç çok uzun bir zaman değildir. Filmde olayların akışı ve son bulması yaklaşık 48 saate tekabül ederken, filmimiz zaman kavramını diğer açıdan oldukça felsefik olarak işlemiştir. Filmde klasik karakter yapısı (uyuşturucu mafyası, bu mafyayı çökertmeye çalışan polis tayfası ve ailesinden kopuk kimsesiz kız) klişeleri yer alsa da olayın asıl konusu ve eğlenceli anlatımı ile izlemekten memnun kaldığım bir film oldu. Bilim-kurgu ve aksiyon sevenlere, biraz eğlenmek isteyenlere de tavsiye ederim.

İYİ SEYİRLER... :)



16 Kasım 2014 Pazar

Deliha

Evet, bu haftaki filmimiz de Deliha olsun.
Biraz da son yıllarda büyük bir ivme kazanan Türk sinemasına değinelim. Özellikle de tüm proje üzerinde bir kadının söz sahibi olması, durumu daha güzel kılan bir unsur. Türk sinemasının 100 yıllık tarihine bakacak olursak, diğer kategorilerde olduğu gibi komedide de erkek egemen bir yapı görebiliriz. Deliha filmi şimdiye kadar yapılan bazı komedi filmlerine bir yönden benziyor olsa da, bir kadının elinden çıkması açısından özel bir yere sahip olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden senaryosunu yazıp, başrolünü de üstlendiği ve hakkından güzel bir şekilde geldiğini düşündüğüm Gupse Özay'ı tebrik üzerine tebrik etmek istiyorum.

Gelelim filmimize;
Deliha hikayesi, ismi Zeliha olan bir kızın, biraz masum, biraz çılgın, en çok da deli hallerini ve hayatını konu alıyor. Zeliha, bakımsız, pasaklı, erkek gibi yetişmiş yirmili yaşlarındaki bir kızdır. Babasını küçükken yitiren Zeliha, annesi ve anneannesi ile birlikte yaşamaktadır. Hayat şartları, tır şoförü olan babasını küçükken yitirmesinin de verdiği etkiyle onu maskülen bir forma sokmuştur. Ama içinde hala, yeri gelince küçük bir kız çocuğu, yeri gelince gerçek aşkını arayan bir genç kız yatmaktadır. Hayatı mahalle ve çevresinden ibaret olan bu kız, mahalleli tarafından Deliha olarak anılmaktadır. Normal insanlardan oldukça farklı bir yapıya sahip bu kızımız yine tuhaf karakterlere sahip olan yakın arkadaşlarıyla, kendi aşk hayatını öğrenmek için bir falcıya gider. Falcının söyledikleri Zeliha'nın yani nam-ı diğer Deliha'nın kaderinin dönüm noktası olmuştur. Falcıdan sonra gelişen durumlar ve komik olay örgüsünü konu alan bu film, olumlu yorumlar kadar olumsuz yorumlar alsa da benim için eğlenerek izlediğim filmler listesine girdi.

Hazır vizyondayken, sinemanın vermiş olduğu ayrı tat ile izlemenizi tavsiye ederim.
Ve hepinize iyi seyirler dilerim...


6 Kasım 2014 Perşembe

"100 Yıllık Aşk"

Bu Perşembe Türk Sinemasının 100. Yılı itibariyle İstanbul Modern'de düzenlenen "100 Yıllık Aşk" sergisine gittim. Bu yazımda sizinle bu sergiyi paylaşacağım.

"Yüzyıllık Aşk sergisi, Türk sinemasının doğuşu kabul edilen 1914'den bugüne uzanan serüvenine adeta ışık tutuyor. Pırıltılı bir geçmişin kapısını aralayan sergi, bizler gibi sinema tutkunlarını beyaz perdenin büyülü dünyasında yolculuğa çıkarıyor."

Sergide ilk etapta, ilk Türk filmlerinin biletlerini görüyoruz. Yanlarında açıklamaları ve o dönemde bir film izlemenin kaç liraya denk geldiğini öğreniyoruz. Bir de o dönemde Beyoğlu'ndaki sinemaların haritaya benzeyen bir tablosu yapılmış ki en sevdiğim kısımlardan biri buydu. Şimdikinin aksine Beyoğlu'nda sokak başına bir sinema düşüyor diyebiliriz.

Biraz daha ilerledikten sonra, Türk Sinemasının da teknolojik gelişimine vurgu yapılan, cam bir kabinin içinde yayınlanan plak ve o plakta geçen şarkının klibi niteliğinde filmin sahnelerini izliyoruz. Hangi oyuncudan hangi şarkıyı dinlemek istiyorsan plaklardan sen seçebiliyorsun. Serginin en güzel düşünülen kısımlarından biri de buydu.

Kabinden çıktığımızda, kabinin hemen karşısında Türk Sinemasının önemli isimlerinin tabloları, tabloların altında bazı röportajlarından küçük alıntılar ve kendi elleri ile yazdıkları anı defterleri bulunmakta. Bunları gördüğümüzde, eski dönemlerde sanatçıların ne kadar mütevazı bir tavırda olduklarını, şimdiki sanatçılardan çok farklı bir yapıda olduklarını bir kez daha görebiliyoruz.

Bir sonraki adımda o dönemlerde, birçok sanatçının sahnelere adım atarak ünlü olmasını sağlayan sanat dergisi "Ses"'in birkaç yayınını görüyoruz. Yeşilçam'ın ünlü yüzlerinin kapağında bulunduğu birkaç yayın o günlerin dergileri ve içerikleri hakkında bizlere fikir veriyor.

Hemen karşısında Türkan Şoray köşesi yer alıyor. Tabloları, bir vitrinin içinde onun yüzünün bulunduğu bir çok şey ve birkaç kişisel eşyası yer alıyor. Biraz daha ilerlediğinde aynı köşeden, Türk Sinemasının "Çirkin Kralı" olarak adlandırılan Yılmaz Güney ve yine Türk Sinemasının güzel kadını Filiz Akın için yapıldığını da görüyoruz. Bunlarda da yine kişisel eşyalar ve fotoğraflar bulunmakta.

Serginin çıkışına doğru ise, bir cam çerçevenin içinde, Türk Sinemasının yakışıklı erkekleri ve güzel kadınlarının imzalı fotoğraflarını görüyoruz.

Son olarak da eskiden yazılmış birkaç hayran mektuplarına değinilmiş, bunlardan bir kaçını okuyabiliyoruz.

Sergiyi gezmek çok zaman almasa da, aslında ne kadar donanımlı bir sergi olduğunu ben de bu yazıyı yazınca anlamış bulunuyorum.

Kısacası aranızda hala gitmeyen varsa, bu sergiyi kaçırmamasını tavsiye ederim. Sergi 4 Ocak'a kadar ziyarete açık bulunmakta.




31 Ekim 2014 Cuma

Big Fish


Bu haftaki filmimizi, çok sevdiğim bir film olan "Big Fish" olarak belirledim. Bu filmi en az 4 kez izlemişimdir, izlemekten o kadar zevk aldığım bir film. Tim Burton'ın başyapıtlarından biri olarak kabul edebiliriz. Bu filmde de her zamanki gibi Tim Burton'ın eğlenceli hayal dünyasını karakterlere yansıtışını görüyoruz.

Filmin konusuna gelince;
Edward Bloom (filmdeki baba karakteri) oğlu Will'e doğduğundan beri hep aynı hikayeyi anlatmaktadır. Bu hikaye Will'in doğduğu gün babasının gölde hiç yakalanamayan büyük bir balığı kendi nişan yüzüğüyle yakaladığının fantastik bir öyküsüdür. Bu hikaye Will'e küçükken eğlenceli gelse de, Will büyüdüğünde ve yetişkin bir insan olduğunda hayatın gerçekliğinin aslında hiç de hikayedeki gibi olmadığını görür. Gerçek hayat Will'i içine çekmeye başladığında ve aslında hayatın hiç babasının anlattığı o eğlenceli hikaye gibi olmadığını keşfettiğinde, Will artık ciddi bir adama dönüşmüştür. Will, babasına onu bu hikaye ile büyüttüğü için bir süre sonra bu konuda öfke duymaya başlar.

Edward'ın aynı hikayeyi son kez Will'in düğün gününde anlatması, oğlu ile arasındaki ilişkiyi daha da zedeler ve kopma noktasına getirir. Will yaşadığı hayatın gerçekliğine o kadar bağlanmıştır ki, artık hiçbir şekilde hayatın güzel yanlarını ve mutluluk veren hikayeleri duymak istememektedir.
Will Paris'te gazetecilik yaparken, bir gün babasının ağır bir hastalık geçirdiğini öğrenir ve babasının son günlerinde yanında olabilmek için, eşi ile birlikte Amerika'ya döner.

Yatağında son günlerini yaşayan Edward hala hikayeleri konusunda ısrarcıdır. Will ise hayatında bir kez olsun babasından doğruları duymak ister. Ama Edward'ın bu inatlaşması Will'i bir sonuca ulaştırmayacaktır. Will'de bundan dolayı babasının anlattığı hikayeden yola çıkarak olayların gerçeklik kısımlarını araştırmaya karar verir. Uzun bir yolculuktan sonra, bir sonuca vardığında ise onu bir sürpriz beklemektedir.

Filmin içinde bulunan Edward'ın anlattığı hikayelere, filmin havasını bozmamak için fazla girmedim. O kısımların izleyiciler için sürpriz olmasını istiyorum.

Şimdi filmde beni etkileyen birkaç sahneye değineceğim.
İlgimi en çok çeken sahnelerden biri, Edward'ın hikayesini anlatırken bize izletilen Edward'ın gençliğinde gittiği kasaba sahneleriydi. Bu kasaba ormanın içinde kalmış, kimsenin bilmediği gizli bir kasaba. O kadar güzel ve yeşil bir yer ki kasabada herkes ayakkabısız dolaşıyor. Kasabanın bir de küçük sarışın tatlı bir kızı var. Bu küçük kız ile Edward'ın arasında geçen diyalog ise en sevdiğim replikler arasında yer alıyor.


Jenny: Kaç yaşındasın?
Ed Bloom: On sekiz.
Jenny: Ben 8 yaşındayım. 18 yaşına geldiğimde sen 28 olacaksın. 28 olduğumda, sen 38 olacaksın.
Ed Bloom: Matematiğin kuvvetli.
Jenny: 38 olduğumda da 48 olacaksın. Hiç de büyük bir fark değil.
Ed Bloom: Ama şu anda fark çok büyük, değil mi?




Bir de o muazzam, Edward'ın hayatının aşkını bulduğunda zamanın durması sahnesi vardır ki, herkesin bu sahnenin üzerine hayal kurası gelir diye düşünüyorum. O sahnelerde geçen repliklerden biri de şu şekildedir ve şüphesiz ki filmin en güzel repliklerindendir;

"Hayallerinin aşkıyla karşılaştığında zamanın durduğunu söylerler. Bu doğru; ama söylemedikleri bir şey var. Zaman tekrar akmaya başladığında aradaki farkı kapatmak için çok daha hızlı ilerler." (Edward Bloom)

İYİ SEYİRLER :)

15 Mayıs 2014 Perşembe

My Sister's Keeper


Bu hafta arkadaşımın tavsiyesi ile bu filmi izledim. Hiç bu kadar etkileneceğimi düşünmemiştim. Filmin kısaca konusuna değinirsek, bütün vücuduna kanser yayılan ergenlik çağındaki bir kızın ve onun donörü olarak dünyaya gelen minik kız kardeşinin hikayesini anlatıyor.

Kanserli olan Kate Fitzgerald, 2 yaşından itibaren geçirdiği ameliyatlardan artık o kadar yılmıştır ki huzura kavuşabilmek için sadece son anlarını beklemektedir. Bunun üzerine kızını kaybetmek istemeyen anne elinden gelen her şeyi yapmak için kendine söz vermiştir. Bu yüzden filmde acılı annenin mücadelesini ve evdeki iktidarı ele geçirmesini ön planda görmekteyiz. Baba figürü anne karakterinin yanında daha çaresiz ve geri planda kalmaktadır. Bu yüzden film daha çok anne, abla ve kız kardeş karakterleri etrafında dönmektedir.

Küçük kız kardeş, ablasına donör olmak için tüp bebek olarak dünyaya getirilmiştir. Bu yüzden film üç bakış açısıyla ele alınabilir. Birincisi annenin çaresizliği ve elinden hiçbir şey gelmiyor oluşunun insan psikolojisindeki yeri. İkincisi, kanserin tüm vücuduna yayılması ile geçirdiği ameliyatlar sonucu dayanacak gücü kalmayan ama yine de annesi için hayata tutunmak isteyen genç bir kızın psikolojisi. Ve üçüncü olarak, tamamen ablasına yedek parça olarak dünyaya getirilen ve kendinin de bir birey olduğunu anlayan ve anlatmak isteyen küçük kız kardeş psikolojisi.

Filmde beni en etkileyen sahne, büyük kızın, küçük kız kardeşine, annesini ikna etmek için artık donör olarak kullanılmak istemediğini söylettirmesiydi. Film öyle ele alınmış ki, izlerken öncesinde bunu küçük kızın kendi fikriymiş gibi düşünüyoruz. Ve bunun etrafında dönen olaylar ile annenin bir kızını hayatta tutmaya çalışırken diğer kızına ne kadar yabancılaştığını görüyoruz. Filmin sonucuna fazla girmek istemiyorum. Belki aranızdan biri izlemek ister. Kesinlikle tavsiyelerimin en başında yer almaktadır.

İzlemek isteyenlere şimdiden iyi seyirler. :)


5 Mart 2014 Çarşamba

Öncelikle merhabalar,
                
Sinemayı çok sevdiğim için açmış olduğum bu blogda başlıktan da anlaşılacağı gibi her hafta izlediğim bir filmi (bu iki, üç de olabilir tabii) paylaşacağım ve yorumlayacağım. Bu blogda neleri izlediğimi, hangi filmleri daha çok beğendiğimi ve filmlere kaç puan verdiğimi göreceksiniz. Bunlar kişisel değerlendirmelerim olduğu için yazdıklarıma katılmak zorunda değilsiniz. Bu yüzden, paylaştığım ve yorumladığım filmlerin altındaki yorumlar kısmına, kendi yorumunuzu bırakabilirsiniz. Amacım farklı görüşleri de değerlendirip, açmış olduğum sinema blogumda, interaktif bir ortam yaratmak. Ve biraz da eğlenmek…

                
Şimdiden teşekkür ederim.

Haydi bana iyi seyirler :)